Erdem Başçı

Doç. Dr. Erdem Başçı
Başkan

TCMB son iki yıldır uyguladığı politikalar ile ekonomimizin dengelenmesine katkıda bulunarak finansal ve makroekonomik istikrarı önemli ölçüde desteklemiştir.

Önsöz

Küresel ekonomik gelişmelere baktığımızda 2008-2009 finansal krizinin etkilerinin halen devam ettiğini görüyoruz. Kriz sonrasında gelişmiş ülke merkez bankaları tarafından uygulanan parasal genişleme politikalarına rağmen, krizden dört yıl sonra gelişmiş ülkelerde firmalar ve hanehalkı bilanço onarım sürecinin halen devam ettiği ve ekonomik aktivitedeki toparlanmanın istenen düzeye ulaşmadığı görülmektedir. Parasal genişleme politikalarının Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinde ise önemli yansımaları olmuştur. Bu dönemde, risk iştahının ve kısa vadeli sermaye akımlarının oynaklığındaki yükseliş ve finansal istikrara yönelik farkındalığın artması, merkez bankalarını alternatif politika arayışlarına yöneltmiştir. Bu arayışlar çerçevesinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) özenle tasarlanmış makro ihtiyati politika araçlarını devreye sokarak, sermaye kontrollerine başvurmaksızın sermaye akımlarında istikrar sağlanabileceği görüşünü destekleyen politikalar uygulamıştır. TCMB 2001 yılında yeniden düzenlenen Kanunu ile fiyat istikrarı temel amacına ilave olarak finansal istikrara katkıda bulunacak tedbirleri almakla da görevlendirilmiştir. Bu kapsamda TCMB, 2006 yılından itibaren uyguladığı enflasyon hedeflemesi rejimini, fiyat istikrarı önceliğinden ödün vermeden finansal istikrara da katkı yapacak şekilde yeniden tasarlayarak 2010 yılının sonlarından itibaren aşamalı olarak yeni bir para politikası çerçevesi geliştirmiştir.

TCMB’nin uyguladığı bu yeni para politikası yaklaşımında; politika faizi, faiz koridoru, likidite yönetimi ve zorunlu karşılık oranları gibi araçlar bir arada kullanılmaktadır. Bu politikalarla fiyat istikrarının sağlanmasının yanı sıra, ekonomideki dengesizliklerin kademeli olarak azaltılması ve böylece daha sağlıklı bir büyüme kompozisyonuna ulaşılması amaçlanmıştır.

Yeni politika çerçevesine geçilen 2010 yılının Kasım ayından, Avrupa ekonomisindeki belirsizliklerin hızla yoğunlaştığı 2011 yılı Ağustos ayına kadar olan dönemde, kısa vadeli sermaye akımlarının uzun vadeye yönlendirilmesi ve Türk lirasının ekonomik temellerle daha uyumlu ve daha istikrarlı bir seyir izlemesi amaçlanmıştır. Bu dönemde, risk iştahının güçlü olması ve sermaye akımlarının kısa vadede yoğunlaşması nedeniyle, faiz koridoru aşağı doğru genişletilmiştir. Böylelikle gecelik piyasada oluşan faiz oranlarının zaman zaman politika faiz oranından daha düşük seviyede oluşmasına izin verilerek çok kısa vadeli sermaye girişlerinin caydırılması mümkün olmuştur. Aynı dönemde aşırı kredi genişlemesini engellemek ve iç talebi kontrol altında tutabilmek amacıyla zorunlu karşılık oranlarında da güçlü bir artışa gidilmiştir. Bu dönemde Türk lirasının Amerikan doları karşısındaki seyri diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinin seyrinden belirgin şekilde ayrışmıştır. Alınan bu tedbirler Türk lirası üzerindeki aşırı değerlenme baskısının giderilmesine önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca, sermaye akımlarının içinde uzun vadeli yatırımların payı giderek artmaya başlamıştır.

2011 yılının Ağustos ayından 2012 yılı Haziran ayına kadar olan dönemde, bazı Avrupa ülkelerindeki kamu borcu sorununa ilişkin endişelerin derinleşmesi nedeniyle küresel ölçekte riskten kaçınma eğilimi artmış ve gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışları hızlanmıştır. Bunun üzerine, uygulanan yeni politika çerçevesinde araçlar sermaye girişlerinin hızlı olduğu dönemdekinin tersi yönünde kullanılmıştır. Öncelikle, gecelik borç alma faizi yükseltilerek faiz koridoru daraltılmış ve bankacılık sisteminin likidite ihtiyacını azaltmaya yönelik olarak Türk lirası zorunlu karşılıklarda düzenlemeler yapılmıştır. Daha sonra, 2011 yılı Ekim ayında borç verme faizleri önemli ölçüde artırılarak faiz koridoru yukarı doğru genişletilmiştir.

Uygulanan bu politikalar neticesinde, makroekonomik göstergeler istenilen sonuçlara ulaşmada başarılı olunduğunu göstermektedir.

Yeni politika bileşiminin bir ayağı olan likidite politikası çerçevesinde gecelik piyasada oluşan faiz oranları, faiz politikasında değişikliğe gidilmeden; yani politika faizi olan haftalık repo faizleri değiştirilmeksizin, ekonomik ve finansal gelişmelerin seyrine göre ayarlanabilmektedir. Bu çerçevede, piyasaya yapılan fonlama ayarlanarak para piyasasındaki gecelik faiz oranlarının politika faizinden daha yüksekte oluşmasına izin verilmiştir. Bu bağlamda TCMB, geçici fiyat hareketlerinin beklentiler üzerinden enflasyon görünümünü bozmasına engel olmak amacıyla gerekli gördüğü günlerde ek parasal sıkılaştırmaya gitmiştir. Ek parasal sıkılaştırma yapılan günlerde piyasaya miktar ihalesi yöntemiyle politika faizinden yapılan fonlama miktarı azaltılarak faizlerin koridorun üst seviyelerine yakın oluşması sağlanmıştır.

Euro Bölgesi’nde alınan istikrar önlemleri sonucunda, küresel risk iştahı artmaya başlamış ve gelişmekte olan ülkelere olduğu gibi Türkiye’ye de sermaye akımı 2012 yılı Haziran ayından bu yana hız kazanmıştır. Ayrıca, cari dengeye ve büyümenin kompozisyonuna ilişkin açıklanan verilerin ekonomideki dengelenme sürecinin güçlendiğine işaret etmesi Türkiye’ye yönelik risk algılamalarını olumlu etkilemiştir. Öte yandan, bu dönemde yurt içi talebin enflasyona düşüş yönünde verdiği katkı belirginleşmiş ve enflasyon düşmeye başlamıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda TCMB,

2012 yılı Haziran başından itibaren piyasaya verdiği likiditeyi artırarak ortalama fonlama maliyetini kademeli olarak azaltmış ve böylece para piyasasındaki gecelik faiz oranları önemli ölçüde düşmüştür. Finansal istikrara katkı sağlamak amacıyla, olumlu enflasyon görünümüne paralel olarak TCMB, 2012 yılı Eylül ayından bu yana faiz koridorunun üst bandını düşürerek faiz koridorunu daraltmaya başlamıştır.

TCMB’nin son dönemde geliştirdiği bir diğer araç olan Rezerv Opsiyonu Mekanizması (ROM), temelde sermaye hareketlerindeki aşırı oynaklığın makroekonomik ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı hedeflemektedir. Bu mekanizma, bankaların Türk lirası zorunlu karşılıklarının bir bölümünü döviz ve altın cinsinden tutmalarına izin vermek suretiyle gönüllü olarak ek döviz ve altın rezervleri bulundurmalarını sağlamaktadır. Bankaların TCMB’de tuttukları döviz rezervlerini dış finansman koşullarındaki değişimlere göre ayarlayabilmesinin, sermaye akımlarının döviz kuru ve krediler üzerinde oluşturduğu oynaklığı azaltması beklenmektedir. Ayrıca ROM uygulaması yastık altındaki altınların ekonomiye kazandırılmasına da katkıda bulunmaktadır.

Uygulanan bu politikalar neticesinde, makroekonomik göstergeler istenilen sonuçlara ulaşmada başarılı olunduğunu göstermektedir. Yeni politika bileşiminin uygulanmasıyla iç ve dış talep arasındaki dengelenme belirginleşmiş, sermaye akımlarında uzun vadeli yatırımların payı artmış, kredi büyümesi istenen düzeye yakın seviyelere düşmüş, Türk lirasının oynaklığı azalmış ve enflasyon beklentileri yüzde 5 olan hedefe yakınsamaya başlamıştır.

TCMB önümüzdeki yıllarda fiyat istikrarını sağlamak ve finansal istikrara katkı yapmak yoluyla ülkemizin sürdürülebilir büyümesini güçlendirmeye devam edecektir.

Öte yandan, TCMB 2012 yılında çeşitli platformlarda akademik çalışmalara verdiği desteğin yanı sıra düzenlediği ulusal ve uluslararası seminer ve konferanslar aracılığıyla da uluslararası kuruluşlar, diğer merkez bankaları ve akademisyenlerle görüş alışverişine devam etmiştir. Bu kapsamda, Banka, IMF ile beraber 6-7 Nisan 2012 tarihlerinde İstanbul’da "Emtia Fiyat Hareketlerine Politika Tepkileri" başlıklı bir konferans düzenlemiştir. Ayrıca TCMB, 4-5 Haziran 2012’de Brezilya Merkez Bankası, Finlandiya Merkez Bankası ve Journal of Financial Stability dergisi ile birlikte, "Finansal ve Makroekonomik İstikrar: Önümüzdeki Zorluklar" başlıklı konferansı; 27-28 Eylül 2012’de ise G-20 dönem başkanı Meksika ile birlikte "Finansal Sistemik Risk" konferansını düzenlemiştir. TCMB’nin bu kapsamda 2012 yılında gerçekleştirdiği uluslararası diğer bir faaliyet ise, 8-9 Ekim 2012’de İstanbul’da düzenlenen "Zorunlu Karşılıklar ve Diğer Makro-İhtiyati Tedbirler: Gelişmekte olan Ülke Deneyimleri" adlı konferans olmuştur.

2013 yılında, para politikasında oldukça önemli rolü olan kamuoyu ile iletişimimizin daha etkili şekilde yapılabilmesi amacıyla, geçen yıl olduğu gibi Enflasyon Raporu basın toplantılarının ikisinin Ankara’da, ikisinin ise İstanbul’da yapılması planlanmaktadır. Bunun yanı sıra, yılda iki kez yayımladığımız "Finansal İstikrar Raporu", para ve kur politikası çerçevesine ilişkin kamuoyuyla paylaştığımız duyurular, Bankanın faaliyetleri ve para politikası uygulamaları hakkında Bakanlar Kurulu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu’na yılda ikişer defa yaptığımız sunumlar, banka ekonomistleriyle ve analistleriyle yaptığımız toplantılar, yurt içi ve yurt dışı toplantılarda yaptığımız sunum ve konuşmalar ile diğer basın duyuruları da önceki yıllarda olduğu gibi 2013’te de kamuoyunun bilgilendirilmesinde önemli rol oynayacaktır.

TCMB son iki yıldır uyguladığı politikalar ile ekonomimizin dengelenmesine katkıda bulunarak finansal ve makroekonomik istikrarı önemli ölçüde desteklemiştir. 2011 yılı yeni politika çerçevesinin şekillendiği bir dönem olurken, 2012 yılı ise uygulanan politikaların olumlu sonuçlarının alındığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde hem dengelenme süreci belirginleşmiş hem de enflasyonda istikrarlı bir düşüş gözlenmiştir. Üstelik bütün bunlar yaşanırken iktisadi faaliyet büyümeye devam etmiştir. TCMB önümüzdeki yıllarda fiyat istikrarını sağlamak ve finansal istikrara katkı yapmak yoluyla ülkemizin sürdürülebilir büyümesini güçlendirmeye devam edecektir.